Siyaset

'BEYAZ TÜRKLER SIKIŞTI, ÇIKIŞI AK PARTİ BULACAK'

CHP’nin siyasal bir parti olmadığını, politiko-kültürel bir kurum olduğunu biliyor beyaz Türkler. Kimse inandığı için oy vermiyor CHP’ye. Laiklik için, taşrayı ve Ak Parti iktidarını engellemek, yenilmişlik duygusunu bastırmak için oy veriyor. Sorumluluk kendilerinde ama bu sıkışmışlığı aşmak yine de AK Parti’ye düşüyor. 

Hasan Bülent Kahraman, Star gazetesinden Fadime Özkan'a verdiği röportajda çarpıcı açıklamalara yer verdi:

1 Kasım seçim sonuçlarına göre yeni Meclis’in oluşması ve 64. Hükümetin kurulmasıyla birlikte Türkiye, seçimlerle ve gerginlikle geçen son iki yılın ardından, dört yıllık yeni bir “istikrar dönemine” girdi. Girizgâh olması kabilinden sormak isterim; yeni dönemin eşiğindeki Türkiye’yi nasıl görüyorsunuz?

Çok belli ki, hayli zor bir dönemden geçiyor. 7 Haziran seçimleri dolayında başlayan Kürt hareketi hızla büyük bir şiddet sarmalına dönüştü. Devlet şimdi belli bir bölgenin içinde mücadele ediyor. Bu tür olaylarda en zor husus şehir içinde sürdürülen mücadeledir. Dağda bu işle meşgulken karşı karşıya bulunduğunuz koşullar kent savaşlarında geçerli değildir. Kent mücadelesinin o yerleşim merkezine ve orada yerleşik halka zarar vermeksizin gerçekleştirilmesi olanaksızdır. Türkiye bu gerçekle sonuna kadar yüz yüze. Daha da genişleyeceğinden korkarım. Kandil o yönde sinyaller veriyor. İkincisi dış politikada 2012 dolayında önümüze açılan Orta Doğu sorunu bugün bambaşka bir düzleme kaymıştır. Rusya’nın bölgeye girmesiyle bütün şartlar değişti. Türkiye Orta Doğu’da şimdi çok farklı bir pozisyonda bulunuyor. İran’la ilişkisi, Rus uçağının düşürülmesiyle önümüze açılan yeni sahne bizi çok zorluyor. Bu, Rusya’yla aramızdaki doğal gaz ilişkisinin çok ötesinde bir durumdur. Hatta göçmen krizini de hayli aşan bir Orta Doğu gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Bunlara bir de içeride, ama gerçek ama yapay, yaratılmış siyasal kutuplaşmayı, ayrışmayı eklemek gerek. Buna mukabil, yeni bir dönem başlıyor, dört yıl seçim olamayacak. Belki sadece Başkanlık referandumuyla karşılaşacağız.

BİHRUZ BEY SENDROMU

Yeni dönem pek çok meselenin çözümü bakımından da “yeni anayasa” demek… Mevcut toplumsal, siyasal kutuplaşmaya rağmen Türkiye, verimli bir anayasa yapım süreci geçirebilecek mi? Ve ilk sivil toplumsal sözleşmesini yapabilecek mi?

Bugünkü koşularda zor görüyorum. Yaşadığımız siyasi kutuplaşma pek buna olanak vermeyecek gibi. Bir çok yazı yazdım ve iktidarın, iktidar partisinin muhalefeti, onunla özdeşleşmiş kitleleri kapsaması gerektiğini belirttim. O kitle bana göre de çok yanlış bir tutum içindedir. Gene o kitleyi (kendimi de içine koyarak söyleyeyim) Tanzimat’tan beri devam eden Bihruz Bey sendromuyla eleştiriyorum. Ama gene o kitlede evrensel de denebilecek bir birikim olduğu yadsınamaz. Dolayısıyla iktidarın şimdi Başbakan aracılığıyla o çevreye yönelmesini önemsiyorum. Fakat, bu bir toplum sözleşmesine yeter mi, emin değilim.

UZLAŞMA ZOR GÖRÜNÜYOR

İktidar partisinin gösterdiği uzlaşma çabasını, muhalif kesimlerin de göstermesi gerekmez mi, neden emin değilsiniz?

Çünkü öyle bir sözleşmenin olması Kürtlerin, Alevilerin, diğer azınlıkların da sürece doğrudan ve etkin katılımıyla gerçekleşebilirdi. Nitekim çözüm süreci ve başkanlık sistemi bu işin adı konmuş-konmamış çerçevesiydi. Halbuki Kürtlerle şimdi öyle bir sözleşme etrafında buluşmak olanaksız görünüyor. Gerçi dört yıl var, şartlar değişebilir ve umarım öyle olur ama bugün için zor. Toplum sözleşmesi gerçekten de çoğulcu, katılımcı, kapsayıcı bir yaklaşım demektir. Oysa bugünkü sorunlarımız bu üç kavramın zıddı bir toplumsal-siyasal yapıyla iç içe olmamızdan kaynaklanıyor. Kaldı ki, muhalefet de çok yanlış bir tutumla kendisini bu sürecin dışında tutuyor. Başkanlıkla gelme bana diyor örneğin. Bir siyasal partinin bu şekilde kapatıcı bir söylemle ve tavırla hareket etmesi kadar kendisini, varlığını inkar eden ikinci bir tavrı olamaz. Tersine, bu oluşumlara, muhalif kalarak da olsa -ki, o daha iyi ama reel bir muhalefet olması şartıyla, katılması en doğrusudur.

KILIÇDAROĞLU YETERSİZ, CHP DAR BİR ALEVİ PARTİSİ

Konuyu genişletelim, Meclisteki muhalefet partilerinin iktidar partisiyle, iktidar partisinin muhalefet partileriyle rekabet etme ve yasama faaliyetlerini yürütme biçimlerini konuşalım.

Belirttiğim gibi çok yanlış buluyorum. Ama sorun sadece başkanlık meselesi değil. Şimdi üç muhalefet partimiz var. CHP çok özgül bir parti. Şu sıralar onun tarihiyle, sosyal demokrasinin tarihiyle ilgili bir kitapla uğraşıyorum, yeniden görüyorum, artık o partiden daha ileri bir şey çıkması olanaksız. Eskiden de bu parti tabanla ve Türkiye’deki sosyolojik dönüşümle ilgili sorunlar yaşıyordu. Ama hiç değilse bir elit kadrosu vardı ve çok önemli şeyler söyleyebiliyordu. Örneğin 1957-1977 arası tamamen böyledir ve tüm eksiklerine, yanlışlarına rağmen o dönem Türkiye’deki demokrasinin gelişimi bakımından çok önemli olmuştur. Ama bugün o elit potansiyelden de koptu CHP ve kesinkes bir Alevi partisi oldu. Fakat o dinamiği de kullanmıyor. Adeta kapalı, sır gibi kalan bir Alevi hareketi partiyi ele geçirdi ama siyasal bir hareketlilik yaratamıyor. Bu büyük ölçüde de Kılıçdaroğlu’nun siyasal kültür ve bilincinin yetersizliğinden kaynaklanan bir sonuç. 7 Haziran sonrasındaki hataları bugün düşününce aklın, hafsalanın alması olanaksız.

MHP ERİYOR BİTECEK

MHP ve HDP’de durum ne?

MHP zaten eriyen bir parti. Önümüzdeki seçimde kalmayacak. Toplumsal ve siyasal dinamiğini yitiren bir parti, sadece Kürt meselesindeki muhalif tutumu nedeniyle daha fazla ilerleyemez ki, şimdi o muhalefeti de sürdüremiyor. Asıl düğüm HDP. Bu parti 7 Haziran öncesindeki pozisyonunu koruyabilseydi, Kandil-PKK ilişkisini reddetseydi Türkiye’de çok hareketli, üretken, çok verimli bir muhalefet gerçekleştirebilirdi. Çok uzun zamandır hayli geriye düşen sol demokrat kesimlerin dinamizmini siyasete aktarabilirdi. Bu imkan vardı. Ne yazık ki, çok kötü harcandı. Şimdi de hata üstüne hata yapılıyor. Bu bakımdan yıllardır yazdığım bir hususu bir daha söyleyeyim, Türkiye’nin sorunu muhalefet sorunudur.

KUTUPLAŞMA 1950’DEN BERİ VAR

Toplum hakikaten ortadan ikiye ayrılmış vaziyette mi peki? Siyasi kutuplaşmanın toplumda gerçek bir karşılığı var mı?

Var! Maalesef var! Fakat çok kapsamlı bir sorun olarak var! Bir genç akademisyenle birlikte bu konuyu inceleyen uzun bir makale yazıyoruz. Çalıştıkça çok ilginç noktaların ortaya çıktığını görüyorum. En ilginci de toplumsal ayrışmanın aslında 1950’den beri devam etmesi. Yani, çekinmesem 1908’den beri diyeceğim. Çünkü bu özünde devletin ve toplumun dönüşmesi bile demeyeyim de el değiştirmesiyle ilgili bir durum. Taşra ne zaman hareketlense siyasete ve topluma ağırlığını koysa bu gerilim yaşanıyor.

BEYAZ TÜRKLER SIKIŞTI

Sabah gazetesindeki dizi yazınızda bahsettiğiniz noktaya, kilit toplumsal kesime geldik. Beyaz Türkler nasıl bir siyasi sıkışmışlık yaşıyor?

Bu devlet 1923’te bir Türk elit kesim tarafından kuruldu. Başarıları var. Ama bu onun militer-bürokratik bir yapıya sıkışmasını engellemedi. Kentli, Batılı, laik, iyi eğitimli, yüksek gelirli kesim yani Beyaz Türkler taşra hareketini çoğu zaman ordu darbeleriyle durdurdu. Artık bunu mümkün görmüyor. O zaman çok ağır bir yenilmişlik duygusuna kapılıyor. Bu onu aşırı kuşkucu yapıyor. Kendi içine kapanmasına yol açıyor. Buna mukabil diğer kesim de kendisiyle fazla meşgul. O da fazlasıyla içine kapalı. Üstelik bir iktidar içinden konuşuyor. Ödün vermek demeyeyim de, daha diyalojik bir yaklaşım geliştirmiyor. Ayrıca yeni demokrasinin evrensel standartları veya evrensel demokrasinin yeni standartları da önemsenmiyor. Daha ne olsun?...

HDP, CHP TABANINI NASIL KAYBETTİ?

Beyaz Türklerin sıkışmışlığı, AK Parti karşıtlığı nedeniyle Fethullah Gülen’le ittifaktan PKK-terör hısımlığına bir savrulmayı açıklamaya yetiyor mu?

O kadar ayrıntılı bilemem. Bilmiyorum da. Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Hepimiz gördük, o kesim 7 haziran öncesinde HDP ile özdeşleşti. CHP’nin geleneksel tabanı sadece o partiye oy vererek kuracağı iki buçuk yapılı bir sistemde Akparti iktidarını aşamayacağını gördü. Dört partili meclisi oluşturmak istedi. Ayrıca HDP’nin o dönemde siyasi meşruiyeti, siyasal pozisyonu da bu ilişkiyi kaldıracak bir kıvamdaydı. Sonuçta Türkiye’de daha sol ve demokratik bir kesim var ve elbette bunlar gayet haklı olarak daha farklı bir söylemi CHP’ye karşı da savunuyor. Daha doğrusu CHP’nin bugün hiçbir şeyiyle siyasal bir parti olmadığını, politiko-kültürel bir kurum olduğunu biliyor. Kimse CHP’ye ona inandığı ve işleri daha iyi yapacağını düşündüğü için oy vermiyor. Laiklik gibi, taşrayı durdurmak gibi, en önemlisi Akparti iktidarını engellemek için oy veriyor. Oysa HDP’yi daha gerçek bir siyasal örgüt olarak gördü.

PKK ŞİDDETİ TEKRAR DEVLETÇİ YAPTI

Neden?

Nedeni CHP’nin dinamik bir sosyolojiye sahip olamaması. Oysa HDP Kürt partisi olarak buna sahipti. Ama ne zaman ki HDP’nin adım adım PKK şiddetine kaydığını gördü bu defa bir kere daha sıkıştı ve geleneksel pozisyonuna geri geldi, CHP’yi, hatta bir ölçüde de Akpartiyi destekledi. İstikrar adına falan... Şimdi de git gide artan şiddet karşısında orduyla yani devletle yakın düşüyor. Yani Akparti karşıtlığı kadar geleneksel refleks ve ordu ile ittifak bu kesimi bu çizgiye itiyor. Ama PKK terörünü desteklemiyor bu kesim. Hatta bütün açmazı orada, o terör arttıkça o da geleneksel çizgisine gidip HDP’den uzaklaşıyor. Kürtlerin asıl hatası bu oldu. O kesimi kaybetti.

CHP: ASOSYAL VE APOLİTİK BİR KURUM

CHP, beyaz Türklerin taleplerini siyasete tercüme etmekte nerede yetersiz kaldı?

Yetersiz kaldı çünkü sosyolojisini kaybetti. Toplumsal gelişmeleri göremedi, anlayamadı. Onu da kendi eltilerini ortadan kaldırması hazırladı. Kaldı ki, Türkiye’nin son otuz beş yılı bir demografi hareketidir. Nüfus artışı, nüfusun genç oranı çok önemli bir unsurdu. Bunu kalkınmacı muhafazakarlıkla veya muhafazakarların kalkınmacı politikalarıyla bütünleştirin, bugünkü Türkiye’ye ulaşırsınız. Son yirmi yıla bakın. Taşra çözüldü. Ekonomi gelişti. Orta sınıf doğdu ve kentlileşiyor. Kentler, 5-6 milyon yeni nüfusla uydu kentler oluşturuyor. Liberal, demokratik düşünce muhafazakarlık üstünden bu kesime de tüm topluma da yayılıyor. Nasıl yayılmasın? Bütün o türban, başörtüsü tartışmalarının sonucu muhafazakârların liberal ve pozitif laiklik anlayışıyla özdeşleşmesi neticesindedir. Küreselleşme ve Anadolu’nun hiç artık devletle uğraşmadan global ticaret yapması... Sonunda elde ettiği sermayeyi başka bir kültürün ve siyasal bilincin eşliğinde değerlendirmesi karşısında CHP bunların herhangi birisiyle bütünleşmişti diyebiliyor muyuz? Daha geniş tabanlı, katılımcı, çoğulcu bir demokrasiyi savunabilirdi. Onu da yapmadı, yerine negatif bir politik söyleme saplanmayı yeterli gördü. Kısacası asosyal ve apolitik bir kültürel kuruma dönüştü.

Hasan Bülent Kahraman, Sabah gazetesinde “iki ateş arasında” üst başlığıyla üç gün süren bir dizi yazı yazdı. Yazılar temel olarak, Türkiye’de siyaset sosyolojisi terminolojisine “Beyaz Türkler” kavramsallaştırmasıyla giren toplumsal kesimin siyasi sıkışmışlığını ve çıkış arayışını konu alıyordu.

Son iki yılda yaşanan zorlu süreçler, seçimler ve PKK terörü nedeniyle iyice artan toplumsal siyasal kutuplaşmanın aşılması gereken bir eşikteyiz artık. Yeni bir Meclis, yeni bir Hükümet ve yıllanmış sorunlar var. 'Uzlaşmak, meselelerimizi çözmek zorundayız' diyen Star gazetesinden Fadime Özkan, bu uzlaşmanın nasıl yapılacağını, izlenmesi gereken yönleri ve tespitlerini konunun uzmanlarından siyaset bilimci, Kadir Has Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman'a sordu.

TÜRKİYE’DE BİR “İÇ SAVAŞ” RİSKİ VAR MI?

Tabana inersek; kutuplaşmanın ayrışmayı, ayrışmanın duygusal kopuşu ve bunun da ülkeyi bir iç savaşa götüreceği yönünde korkunç öngörüler yapılıyor. Türkiye’de sosyoloji bu tür korkunç bir sona mahal verecek bir sosyoloji mi?

Cumhuriyetin bir başarı öyküsü var. Bu reddedilemez. Ama Cumhuriyet darbecilik, bürokratizasyon, elitizm ve dışlayıcılık değil. Buna rağmen Türkiye, bugüne kadar, bir iç savaş yaşamayacak ölçüde toplumsal homojenlik yarattı. Ulus devletlerin başarısı buydu. Fakat bu daha fazla böyle gitmez. İç savaş çıkmaz, hayır, her ne kadar şu anda Güney Doğu Anadolu’da yaşananları öyle görenler varsa da, ama bu toplumsal yapının bu özellikleriyle devam edeceği anlamına da gelmez. Etmiyor zaten. Ulus devlet zeminine oturmuş ulusal kimlikle kaynaşmış bir yapı daha fazla taşınamıyor, ne bizde ne dünyanın geri kalan kısmında. Eğer Amerika’yı da geniş ölçüde cumhuriyet sayarsak, Fransa ve Türkiye yani üç cumhuriyet de, kimlik kökenli toplumsal sorun yaşıyor. Üstelik ekonomik yeterlilikleri de sorunu aşmaya yetmiyor. Türkiye’nin bir de o kısıtlaması var. Buna mukabil yeni bir orta sınıf inşa ediliyor.

BU BİR TAHAKKÜM VE İKTİDAR SAVAŞI

Nasıl bir orta sınıf?

Anadolu, taşra boşaldı, büyük kente geldi. burada sadece tutunmakla kalmıyor, yukarı doğru bir hareketlenme yaşıyor. Ama bu kentli eliti tatmin etmiyor. Tatmin etmesi bir yana, tedirgin ediyor. Sermaye hareketinden kültür hareketine kadar her alanda bu böyle. Dolayısıyla mesele bir tahakküm ve iktidar savaşı. Burada kritik unsur bu kentli elit değil. Türkiye’nin iki büyük hareket unsuru olan Kürtler ve Aleviler. Alevilerin geleneksel bir tavrı var. Toplumsal kalkışmaya hiç başvurmadılar, Cumhuriyet döneminde ama Kürtlerin siyasal kültürü bu gerçeği içeriyor. Bu bakımdan daha da ileri bir çatlak olacaksa oradan olacak. Bunu engellemek bir sorumluluktur, bir demokrasi meselesidir.

TOPLUMU DİN AYAKTA TUTUYOR

Son dönemi evvelki evrelerden ayıran yeni bir durum mu var? Sonuçta Anadolu’ya çekilmiş imparatorluk bakiyesi bu halklar bütünü “bir millet” değil midir?

Şimdi Osmanlı ve millet deyince dinsel grupları dile getirirsiniz. Bunun da bir gerçeği var. Bugün de Anadolu’yu ve kenti bütün bu çatışmalar içinde Kürtler ve Aleviler olarak, yani bütün kanatlarıyla İslam ayakta tutuyor. Modernleşmemizin en önemli zaaflarından biri bu. Sekülarizm önemli ama toplumsal sorunları çözmekte çok da yeterli olmadı. Aksine kendine göre bir çatışma kültürü de yarattı. Doğaldı. Modernleşme bu yanıyla her toplumda gerginlik yaratır. Onu aşacak başka dinamiklerin gelişmesi gerekirdi. Mesela orta sınıfların güçlenmesi. Bu sınıf bugün gelişiyor ama katı seküler bir dinamikle değil, tersine gelenekçilik yani Müslümanlık anlamına gelen bir muhafazakarlıkla. Dolayısıyla İslam bugün kentsel alanda görülen gerilimin nedeni ama daha ciddi toplumsal kırılmaların da engeli. Şimdi daha da önem kazanan unsur, gerçekten pozitif bir laikliktir. Eski katı, negatif laiklik değil kuşatıcı ve üretken bir laiklik, onunla zaten sorunu olmayan taşrayı da kentsel eliti de rahatlatacaktır ki, bunu demokratik bir uzlaşmanın, sözleşmenin ilk hamlesi olarak görmek gerekir.

TÜRKİYE’DE ORTA SINIFIN TARİHİ

Türkiye’yi siyasi ekonomik olarak taşıyan ve ana omurgayı oluşturan kesim dediğiniz gibi çevreden merkeze gelenler, genişleyen orta sınıf. Bu sosyolojiyi tek bir siyasi partiyle, çizgiyle açıklamak mümkün mü?

Hayır, hayır değil. Bu bir tarihsel gelişim. 1908’e kadar geri gider. Devlet yani bürokrasi odaklı ve ekonomi dışı bir toplumsal model ilk defa İttihatçılar tarafından aşıldı. İttihatçılar, bin türlü bela açtılar ama ekonominin toplumsal dönüşüm gerçekleştirme gücünü de, sınıfsal dayanışmanın siyasal iktidarı ayakta tutma potansiyelini de gördüler. İlk taşra sermayesi onların zamanındadır. Ekonomik kökenli örgütlenme onların eliyledir. Hatta Cumhuriyet sınıfsız bir kitle olduğumuzu söyleyerek ona karşı çıktı ve İttihatçıların taşrada avukat, doktor, veteriner, eczacı gibi meslek mensuplarından oluşan yeni taşra sınıflarını kendisine kaynak edindi. 1950 sonrasında DP-AP çizgisi bu bayrağı devraldı. Bu kesim muhafazakardı. Daha doğrusu gelenekçiydi. CHP içinden çıkan bir grubun neden böyle bir tercihte bulunduğu da henüz tam manasıyla çözümlenmemiştir. Akparti o çizginin daha muhafazakar ve 1990 sonrasında gelişen kimlik kökenli açılımı. Yeniliğini de bu özelliği oluşturdu. Hem ekonomik performansı güçlüydü hem de 1990’ların ürettiği yeni demokrasinin verimini kullanıyordu. Yani bu iş tarihseldir.

MAHALLE MAHALLE AYRIŞIYORUZ

Yeni orta sınıf ile beyaz Türkler arasında nasıl bir ilişki var peki? Birbirine kategorik karşıtlıktan mı yoksa değişik alanlarda hayatların kesişmesinden ve benzeşmesinden mi bahsedebiliriz?  

Sorun işte bu zaten: hiçbir ilişki yok aralarında. Hiçbir ilişki yok. Hatta bu ilişkinin ben sermaye düzeyinde bile kurulmadığı kanısındayım. Türkiye demeyeyim de büyük kentler git gide birbirine karşı sıkı sıkıya kapanmış ‘gated community’lere, kapılı, kapalı cemaatlere döndü. Mahalleler bugün kurtarılmış bölge gibi görünüyor. O nedenle ben Nişantaşı’nda kucaklaşmaktan söz ettim. Fakat şimdilik bunu  çok zor görüyorum. Şunu kabul ediyorum, bu zor bir proje. Zamanla oluşabilir. Ama her şeyin demokratik bir platformda cereyan etmesi şartıyla. Fransa’da bir katolikle bir komünist asgari hayat tarzları bakımından benzerdir. Biz benzemezlik yaratmaya çalışıyoruz. Gerçekten zor bir problem.

GEZİ’DE İPLER KOPTU

Yaygın bir kanaat var, doğrulamak ya da yanlışlamak mümkün mü: “AK Parti seküler laik kesimleri, beyaz Türkleri kapsamıyor”?

Doğru. Bu ilişki başlangıçta çok mütereddit başladı. 2002’yi anımsayın. Askerin tavrını hatırlayın. Hatta RP’nin birinci geldiği seçimi hatırlayın. Türkiye’de kıyamet kopuyordu. İlk tepki asker darbe yapsın şeklinde oldu. Onlar da el-hak girişimde bulundular. Ama konjonktür çok değişmişti. Nitekim 2007’de Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasını engelleyememeleri ve elde edilen seçim sonuçları bu işin güvencesi oldu. Ondan sonra hiç değilse liberal kesimle bir uzlaşma sağlandı. O kesimin desteği Akpartiye büyük olanaklar sağladı. Fakat git gide bu uzlaşma çözüldü. Gezi olaylarında ise ipler koptu. Artık iki tarafın da birbirini yok saydığı bir dönemdeyiz.

BEYAZ TÜRKLERİ SIKIŞMIŞLIKTAN KİM KURTARACAK?

Siyasi parti tercihleri nedeniyle iktidar yüzü görmeyen, görecek gibi de görünmeyen toplumsal kesimlerin yaşadığı siyasi sıkışmışlığı gidermenin, yatıştırmanın, nefes alır hale getirmenin sorumluğu kimdedir? Oy verdikleri siyasi partilerde mi, iktidar partisinde mi?

Şimdi bu sorunun makul cevabı iktidar partisi diye verilmeli. Bir siyasi parti ebedi muhalefete mahkum olmuşsa o durumu aşmak da onun sorumluluğudur. Oturup düşünüp, politika üretmesi gerekir. Politika yapmakla, üretmek farklıdır. Ben politika üretirim. Siyasal parti o üretimi alır toplumsallaştırır. Bunu da bir sınıfla, yeni moda deyim içinde söyleyeyim, sosyolojiyle yapar. CHP bu noktada değil. MHP için bu yorumu yapmıyorum. Çünkü o ancak üçüncü partidir ve üçüncü parti sosyolojisi daha değişiktir. Geriye HDP kalıyor ama onun da gidecek yolu var. Bekleyip göreceğiz. Fakat bu sorunun bir de daha demokratik ve siyasal cevabı var. O zaman da iktidara düşer bu sorumluluk. Tabii, buradan iktidar partisi gitsin muhalefet partisini iktidar yapsın gibi bir anlam çıkmaz. Ben işin sıkışmışlık yanıyla ilgiliyim. Ve şunu söyleyebilirim. CHP kitlesinin zaten iktidar olmak gibi bir meselesi yok. O kesim kendisini zaten sermaye olarak, kültür olarak ve daha başka parametreler etrafında iktidar görüyor. O kesim daha demokratik, iyi yönetilen ve kendisine itibar edilen bir toplum istiyor. Bunlar elbette meşru taleplerdir. Eğer o kesimde sosyo-psikolojik bakımdan bir sarsılma varsa, her ne kadar o sarsıntı bahsettiğim, açıkladığım sosyolojik nedenlere dayalıysa da, şu belirttiğim bağlamın aşılması gerekir. Bu da bir iktidar sorumluluğudur. İktidarı ben o doğrultuda daha fazla şey yapabilecek bir konumda görüyorum. Bu iktidarın da yararına olacaktır.

AK PARTİ NE YAPMALI?

AK Parti bu minvalde ne yapmalıdır?

Daha demokratik bir yönetim, daha diyalojik bir yaklaşım, daha uzlaşmacı bir dil, daha kapsayıcı bir tutum. Bir kere bunlar zaten her yönetimde bulunması gereken özellikler. Ama bizim açımızdan daha güçlü bir argümanım da var. Gezi olayları sırasında da yazdım. Evet, sonradan işin çehresi değişmiştir. Fakat o hadise ve sonrasında üretilen talepler aslında Akpartinin ve öncüllerinin son 20 yılda ortaya koyduğu yeni toplumsal yapının, getirdiği modernleşmenin sonucudur. Şöyle söyleyeyim. Akparti iktidarı milyonlarca bilgisayar dağıttı mı, dağıttı. İnternet şebekesini, yol şebekesini, köprü şebekesini genişletti mi, genişletti. O zaman internet yasağı getirdiniz mi, sesini çıkarmasa bile, bu imkanlardan yararlanan Akparti tabanı da bundan rahatsızlık duyar. Kaldı ki, o taban Türkiye’nin en hareketli, yukarı doğru hareketli, sınıf atlamak isteyen, üretken kesimi. Gelenekçilik ve dindarlık dışında muhafazakarlığı yok. Dolayısıyla Akpartinin gerçekten yeni Türkiye’yi, hatta Akpartiyi başka bir gözle anlayan ve karşılayan bir politikaya gereksinimi var. Bu da genişlemeci bir yaklaşımdı.

MUHALEFET SİYASET DIŞI

7 Haziran’dan sonra yapılan koalisyon görüşmeleri esnasında CHP tabanı da AK Parti tabanı da koalisyon ihtimaline bile büyük tepki gösterdi, net şekilde “istemezük” dedi. Hal böyleyken Hükümetin hareket alanı ve sonuç alma ihtimali ne kadar?

Tamam ama öyle dedi de ne oldu? Siyasal bakımdan perişan oldu. O dışına kapalı apolitik siyaset yaklaşımıyla eridi. Daha da erir öyle giderse. Üstelik unutmayın ki, demografik açıdan bakınca seçmen artışı bundan sonra sürekli olarak Akpartiye yarayacak. 1994’te doğan çocuk bugün 21 yaşında. Gidip CHP’ye mi oy verecek? 7 Haziran sonrasında muhalefet ne kadar siyaset dışı olduğunu gösterdi. Akparti de bunun siyasal rantını elde etti. Dolayısıyla, evet, bu şartlarda Akparti muhalefet için değil, Türkiye ve demokrasi için belirttiğim adımı atmalıdır. Böyle bir tutum kendi tabanını rahatsız etmez. Aksine onun da toplumsal hareket alanını genişletir.

HENDEKLER VE ÖZYÖNETİM YÜZÜNDEN KÜRTLER RENCİDE OLDU 

PKK’nın hendekler, özyönetimler marifetiyle yürüttüğü devrimci halk savaşı stratejisinden Kürt milliyetçiliği ve Türk milliyetçiliği nasıl etkilendi? Siyasi pozisyonları ve yeni anayasa çalışmalarını nasıl etkiler bu durum?

İkisi de derecesiz ölçüde kötü etkilendi. Buna rağmen bütün sanılanların dışında ben Kürt kesiminin bu durumdan daha da rencide olduğu kanısındayım. Bugünkü dünyada şu bahsettiğim demokratik bağlamı tartışırken Kürt kesiminin özyönetim adı altında bugünkü, uygulamadan rahatsız olmadığını düşünmek çok zor. Bakın, özyönetim benim yıllardır savunduğum ‘modern’ bir uygulamadır, demokratik bir yaklaşımdır. Zamanında bunu sol savunurdu. 1970’lerde bu kavram CHP’nin elindeydi. Ama bu kavramı anti-demokratik bir uygulamanın aracı yapınca onu kimse benimsemez. Oradan bir Kürt milliyetçiliği de çıkmaz. Gene de tabii ki, kötü etkilendi iki taraf da. Kürt hareketi Batıda büyük ölçüde zora girdi. Entelektüel ve demokratik bir pozisyon olarak Kürt sorununun çözülmesini savunanlar dışında büyük kitlelerde bugün daha olumlu bir tavır bulunmadığı kanısındayım ki, bunu büyük, hatta çok büyük bir sorun olarak görüyorum. Hele ki, Kürt meselesi Türk, Türk meselesi Kürt meselesidir dediğim bir dönemde. Çok üzücü bir kopuş dönemindeyiz. Umarım bu sorun bir an önce demokratik bir platforma taşınır.

KÜRT SORUNU DEĞİL PKK SORUNU, DİNAMİKLERİ DE DIŞARIDA

Türkiye malum, hem imkanlar sunan hem sorunlar çıkaran bir jeo-stratejik konuma sahip. Bu manada bir yanımız Avrupa Birliği bir yanımız Ortadoğu. Ve bölgede dört yıldır terör örgütleri eliyle yürütülen savaş, devletlerin doğrudan dahil olmasıyla 3. dünya savaşı hüviyetine büründü. Böyle riskli bir konjonktürdeyiz ve Türkiye’deki siyasi partilerin ve toplumsal kesimlerin bir araya gelme, ortak aklı ve iradeyi geliştirme pratiği pek zayıf. Sorun ne tam olarak?  Ve nasıl aşarız?

Sorun bir ölçüde siyasal kültürümüz. Pek öyle rasyonel, demokratik, diyalojik çözümlere pek yatkın değiliz. Hiç de olmamışız. Şimdi bu olumsuz kültür başka dinamiklerden de olumsuz etkileniyor. Bugün Orta Doğu sorunu çözülmeden Kürt sorunu çözülmeyecek. Onun çözümü de zor. Kürt meselesi artık İran-Rusya-ABD çizgisinde gelişiyor. Daha da sürecek. O bakımdan Kürt sorunu artık bir Orta Doğu sorunudur diyorum. Bu da artık Kürt değil de gerçekten Kandil-PKK sorunu halini aldı. Eğer bu gerçek görülür ve Türkiye içerideki Kürt nüfusunu yanına alırsa önemli bir kazanç elde eder. O ortak akıl da sanırım bundan sonra devreye girebilir. Ama ben ortak siyasal aklın çok gerçekçi bir şekilde işleyeceği konusunda pek olumlu düşünmüyorum. Son kertede felsefe ve eleştirel düşünce geleneğinin çok zayıf olduğu bir toplumda siyaset de eleştirellikten çıkıp değillemeci, inkarcı bir yapıya kavuşuyor.

DAHA İYİ VE DAHA ÇOK DEMOKRASİ

13 yıldır iktidarda bulunan AK Parti’nin sorunların çözümünü ve buna yönelik siyasetini Türkiye toplumuna bir şekilde anlatabildiği ve zorlu süreçlere rağmen günün sonunda o virajın aşıldığını görüyoruz. Ama aynı AK Parti, politikalarını uluslar arası kamuoyuna anlatmakta neden ve nasıl bir zorluk yaşıyor? Ne önerirsiniz?

İşte bu bahsettiğim kesimlerle irtibat kurmanın en zorunlu olduğu konu. Her zaman söylediğim gibi eğer Batıdan bahsediyorsak kabul edelim ki, haydi gene Beyaz Türkler diyeyim, bu dünyada bin türlü nedenden ötürü daha etkin. İkincisi, bu bir konjonktür meselesidir. Dünya İslam bağlamında çok önemli bir sarsılma yaşıyor. Biz elbette o anlayışın dışındayız. Üçüncüsü, Batıyla aramızda gizli ama ebedi uzlaşmazlıklar vardır. Bu bir gerçek. Kültürel farklar ve daha bir dizi şey. Bunları aşacak ortak platform demokrasidir. Daha fazla demokrasi. İyi demokrasi. Ana mesele bence budur. Üstelik ben Orta Doğu savaşını bu bakımdan da kullanılacak bir fırsat olarak görüyorum. 

 

Kaynak: Star